top of page
Ara

terapi odasında hikayeler ne kadar önemli?

  • Yazarın fotoğrafı: mahmutfanyagenc
    mahmutfanyagenc
  • 23 Haz
  • 2 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 29 Haz

bir seferinde bir danışanım, kendi rutinine hiç uygun olmayacak şekilde bir seansına yaklaşık 20 dakika geç kaldı. telaşla odaya girdi, montunu çıkartmadan, çantasını uygun bir yere koymadan palas pandıras anlatmaya başladı, konuşması her zamankinden daha hızlı ve anlatısı her zamankinden daha az dil zenginliğine sahipti. 


uzun betimlemeler, duygusal refleksiyonlar, organize edilmiş cümleler yoktu. sadece bilgi aktarımları yapmayı hedefleyen ve beni güncellemek ile irtibatlı anlatılar vardı, hatta bazı anlarda olan biteni anlatmak yerine dağınık konuştuğunda kendisini “pek vakit yok, boş şeyleri anlatmayı bırakmalıyım!” 

"hikayeni bilmiyorum ama seni tanıyorum"
"hikayeni bilmiyorum ama seni tanıyorum"

işte tam olarak bu ifade beni bu yazıyı yazmaya yönlendirdi. “boş şeyler anlatmayı bırakmalıyım!” 


bu ne demek? elbette danışanımın öznelliğinde ifadenin birtakım gönderimleri var ama bu ifadeyi tüm seans odaları için düşünecek olursak ne anlama gelmektedir? 


sanıyorum ki boş olan şeyler, terapistin danışana dair bilmese de olur olan şeyler. danışanın, kendi belirlediği, asıl meselelere hizmet etmeyen şeyler. bir başka deyişle, kendisini anlatmayan, kendi ile irtibatsız, kendine dair olmayan şeyler. yani, tüm bu şeyler benimle alakalı değil demek.


bu noktada ikinci önemli soru ortaya çıkıyor: özne kendi ile alakalı olmayan şeylerden bahsedebilir mi?


söz gelimi bir “travma” ve ona dair bir semptom kurgulayalım, annesini aldatmış babası yüzünden “travmatize” olmuş ve ikili ilişkilerinde aldatılacağına dair bir inanç geliştirmiş bir özne düşünelim. bu özne herhangi bir ilişkiyi konu aldığı esnada birtakım kıskançlıklar, kontrolcülükler, belki anlamsızca ilişki bitirmelerden bahsediyor olsun, özne bu bahisleri odaya getirdiğinde zaten ana meseleye gönderme yapmıyor mudur?


benim buna cevabım evet olacak.


yani aslında kişi her neyden bahsederse bahsetsin kendinden, kendi asli meselesinden bahsediyordur. travma askıya alınamaz. dolayısıyla danışan hızlı da konuşsa, yavaş da konuşsa, boş da konuşsa, dolu da konuşsa kendisinden ve meselesinden bahsetmeye devam edecektir. her bir ifadesi meselesinin gösterenidir.


bu hikayenin bir de terapist tarafı var ki o kısmı da açımlamakta fayda görüyorum. hem meslektaş konuşmalarında, hem süpervizyon çalışmalarında sık sık gözlemlediğim bir şey olarak terapistin danışanın odadaki yapısına uygun bir anı arıyor olmasıdır.


söz gelimi daha önceki kısımda aktardığım örnek üzerinden gidecek olursam, terapist kıskançlık, kontrolcülük, anlamsızca ilişki bitirme gibi semptomları seans içinde duyumsasa da bu semptomların kaynağı olan anıyı da aramak istiyor. bu arayış başlı başına bir sorun değil, zira bastırılmış olanın bilince gelmesi odada beklediğimiz bir şeydir, fakat bahsi geçen arayış kimi zaman bir dedektiflik macerasına dönüşmektedir, bu da odanın içerisinde bir zorlantı, bir direnç doğurabilir.


terapist danışanın yapısına uygun bir anı olmaksızın yapıyı yorumlamakta güçlük çeker ve bolca karşı-aktarım meydana gelir. anı, şayet bir ihtiyaçsa, danışanın mı yoksa terapistin mi bir ihtiyacıdır? terapist danışanın gösterenlerini /semptomlarını yorumlamak için anıyı bir meşruiyet aracı olarak mı kullanmak ister? ya anı gelmezse? semptom anıyla anlam kazanıyorsa, anı gelmeksizin var olmaya devam eden semptomlar tam olarak ne demektir?


tüm bu soruşturmalar aceleyle mesele bellediği dolu şeyleri/bilgiselleri anlatmaya çalışan danışanların ve semptomu anlamlandırmak için muhakkak bir anı deşifre etmeye çalışan dedektifvari terapistlerin odadaki terapiyi bir aktarım savaşına dönüştürmemeleri için yapılmıştır.

 
 
 

Kommentare


© 2025 by An Psikoloji

bottom of page