top of page
Ara

psikoterapi iyi gelen bir şey midir?

  • Yazarın fotoğrafı: mahmutgenc
    mahmutgenc
  • 26 Ağu
  • 2 dakikada okunur

iyi geçen bir terapiden söz ettiğimizde, aslında neyi kastediyoruz? seans sonrası rahatlamayı mı? anlaşıldığımızı hissetmeyi mi? yoksa sadece bir şeylerin değişmekte olduğuna dair o belirsiz ama çekici hissi mi? belki de bazen “iyi geçen terapi”, sadece geçici bir onarım hissi olabilir. ama ya gerçekten dönüşüm içeren bir süreç, tam tersine, huzursuzlukla, öfkeyle, kırılganlıkla mı başlıyorsa?


danışan bazen odaya bir “hakikatle” gelir. örneğin bir duvarın beyaz olduğunu söyler. bunun doğruluğundan öylesine emindir ki, sorulacak soruların bir anlamı yok gibidir. beyazdır işte. peki ama bu “beyazlık” nereden gelir? ona kim gösterdi bu rengi? ne zamandan beri böyle görüyor? ve gerçekten kendi gözüyle mi görüyor, yoksa bir başkasının baktığı yerden mi?

terapist sorular sorar. nasıl bir beyaz bu? ne kadar süredir beyaz? beyazlığın tarifi nedir? bu sorular zamanla duvarın etrafına hendekler açar. güvenli bir bilgi olarak duran beyazlık, artık sabit değildir. çevresinden oyulmaya, sallanmaya başlar. bu oynamada bir tehdit mi vardır, yoksa bir açıklık mı?


belki de danışan o duvara bir anlam yerleştirmiştir. güvende hissetmek için, kendini tanımlayabilmek için, var olabilmek için… o beyazlık sadece bir renk değil, bir ihtiyaçtır çoğu zaman. ama ihtiyaçla inşa edilmiş hakikatler, kırılmaya da açıktır. terapist bu kırılmayı odaya davet eder. tam burada bir sarsıntı yaşanabilir. düşünceyle kişinin iç içe geçtiği yer, yani kognitif füzyon, çözülmeye başlar. “ben böyleyim” cümlesi anlamını yitirir. çünkü artık şu sorularla karşı karşıya kalınır: gerçekten böyle misin? yoksa sadece böyle olduğunu mu öğrendin?


bu kırılmanın ardından genellikle huzur gelmez. tersine, öfke yükselebilir. rahatsızlık, hayal kırıklığı, hatta terk edilme hissi. terapi neden bu kadar zorlayıcı olur? neyi savunmaya çalışırız? belki de koruduğumuz şey, sadece bize ait bir benlik değil, bir başkasının bize biçtiği yerin iç konforudur. onu kaybetmek istemeyiz. ama onun içinde de tam olarak kim olduğumuzdan emin değilizdir.


bu noktada lacan’ın özneye dair temel iddiaları devreye girer: insan, arzunun öznesi değil, başkasının arzusunun nesnesidir. ve terapi, bu yapının çatladığı yerdir. kişi ilk kez kendi arzusunun ne olduğunu değil, bugüne kadar kimin arzusu üzerinden şekillendiğini fark etmeye başlar.


danışanın "beyaz" dediği şey, belki de ona öğretilmiş bir bakışın sonucudur. terapi, o bakışı tersine çevirmeye değil, görünür kılmaya çalışır. çünkü lacan’a göre özne, bildiğini sandığı şeyin kırıldığı yerde doğar. bu kırılma, sadece düşünsel değil, varoluşsaldır. ve her varoluşsal kırılma, bir tür kayıpla gelir. sarsıntı budur.


terapist bu süreçte bir yoldaş mı olur, yoksa bir tehdit mi? anlayan biri mi, provoke eden mi? bazen dostça gelir, bazen uzak. ve bu ikili duygu hali tesadüf olmayabilir. çünkü aktarım devrededir. freud’a göre terapi geçmişi hatırlatmakla değil, geçmişin kendisini yeniden sahneye koymakla işler. danışan geçmişin figürlerini taşır, kişisel tarihini odaya getirir. terapi, sadece bir konuşma değil, aynı zamanda bir sahneleme haline gelir. rol dağılımları yapılır, farkında olmadan oyun oynanır.


seansın sonunda bazen bir sessizlik olur. ne kazanıldığı, ne kaybedildiği belli değildir. danışan gitmek ister ama kalır. konuşmak ister ama susar. o noktada terapi işe mi yaramıştır, yoksa sadece bir şeyleri yerinden mi etmiştir, bilinmez. ama belki de tam da bu bilinmezlikte, bir şey filizleniyordur.


belki gerçekten iyi geçen terapi, o an “iyi” gibi hissettirmeyen terapidir. belki dönüşüm, ancak çatlamayla başlar. belki terapi dediğimiz şey, rahatlatmak için değil, sarsmak için vardır.


ve belki, bu sarsıntıdan sonra hâlâ konuşacak bir şeyler kalıyorsa, orada bir umut vardır.


ree

 
 
 

Yorumlar


© 2025 by An Psikoloji

bottom of page